Ben motosikleti seviyorum be arkadaş.
Motoruma atladım. Yolum çok uzun değil, yeni ya motorum, rodajını bitirmeye debelenmedeyim. Bu sebeple amaçsız gezinmelerdeyim. Akşam üzeri çıktım yola. Ne hikmetse fazlaca trafiğe yakalanmadım bu kez, Karacaahmet'in oradaki dehşetengiz trafik lambalarının ve de üstüne meydana gelen trafik kazasının yarattığı kaosun dışında yol açık. Üsküdar sahil yoluna varıyorum rodaj hızımla. Sonrasında Paşalimanı, Beylerbeyi, Çengelköy derken, aslında motorumun beni oraya, Beykoz'daki o adını bile bilmediğim küçük deniz kenarı çaybahçesine götürdüğünü anlıyorum. Hani ilk motorumun rodajını yaparken de uğradığım çaybahçesi. Saat akşamın sekizini gösterirken, hava henüz kararmamış, bir çay ve tost istiyorum denize nazır masalardan birine otururken. Benden başka kimseler yok çay bahçesinde. Herkes hayat gailesinde, evine ekmek götürmededir şimdi. Tıpkı gözümün önünde, kayığının sırtında ağlarını onaran ihtiyar balıkçı gibi. Çayım ve tostumun eşliğinde bir süre o balıkçıyı izliyorum, onun hayata tutunuşunu sallanan kayığının üzerinde. Daha da açıkta genişçe bir ağ silsilesiyle kaplı suyun orta yerinde başkaca balıkçılar var, ne için uğraşmadalar diye meraktayım, ama ikinci çayımı getiren garson çocuğa sormayı düşünsem de, bu merakın daha zevkli olduğuna hükmedip vazgeçiyorum. Merakla nasiplenecek bir parça deniz mahsülü bekleyen kediler gibi ben de bugünkü nasibimin bu çaybahçesi olduğunu düşünüp meraklı gözlerle balıkçıları izlemeye devam ediyorum. Zaman zaman denizin tam aksi yönde duran motosikletimi de gözardı etmiyorum tabii. Simsiyahının pırıltısıyla beni bekliyor çaybahçesinin yanında kaldırımın sırtında. Kimbilir daha ne günlerimiz olacak onunla. Hafif bir akşam esintisi yüzümde, dudağımda çayın demini almış tadıyla, içimi kaplayan huzurla bakıyorum deniz kıyısına.
Hava hala aydınlıkken, geleceğimizin de bunca aydınlık olması dileğiyle son yudumumu alıyorum ince belli bardaktan. Ağırdan alıyorum masadan kalkışımı, son bir kez daha bakıyorum deniz kenarındaki kayıklara, balıkçılara, kedilere ve çaybahçesini gölgeleyen yaşlı ağaçlara. Motorum yeterince dinlenmiş olmalı. Hesap düşündüğümden de az tutuyor. Eh bu da kısa günün karı olsun kırkambarıma yazdığım diyorum içimden.
Motorumun yanında bir kaç genç, ilgi duyuyor olmalılar motosiklete. Beni görünce hafif utangaç kenara çekiliyorlar, meraklı gözlerle sırtımdaki monta, başıma taktığım balaklavaya, eldivenime bakındıklarını farkediyorum. Böyle başlıyor işte bu sevda çocuklar, diyorum içimden, yolunuz açık ola.
Kontağı açınca, hiç nazlanmadan patırdamaya başlıyor motorum. Yavaş yavaş yola koyulmak lazım, ki gidilecek başka yolların hazırlığı yapılsın. Kulağımda tıpkı motorum gibi yeni aldığım müzik çalar, etrafı da rahatça duyabileceğim kadar açık volümde, Türkçe rock şarkılarıyla ritim tutuyor motorumun patırtısına yol boyunca. Hava kararmaya başlıyor, artık farım yolumu ışıtmaya başlıyor. Geldiğim yoldan evime geri dönüyorum. Çok da ilginç olmayan ama damakta hoş bir tat bırakan, minik bir yolculuk yapmış oluyorum sadece, bu bile motosiklete binmek için yeterli bir sebep işte, diye de iç geçiriyorum. Ve belki bir otomobilden çokça konforsuz olmasına rağmen, ben motosikleti ve motosikletle yolculuğu seviyorum be arkadaş, diyorum evimin merdivenlerinden bir elimde kaskım, bir elimde depo üstü çantam çıkarken.
Hayatı değerli kılan bir uğraşı aslında motosiklet, hele bir de aynı duyguları paylaşan motorcu dostlarınız varsa tadından yenmeyecek bir uğraşı.
Çağrı 'Cloud' Ö.
14.05.2008 - İstanbul
Motoruma atladım. Yolum çok uzun değil, yeni ya motorum, rodajını bitirmeye debelenmedeyim. Bu sebeple amaçsız gezinmelerdeyim. Akşam üzeri çıktım yola. Ne hikmetse fazlaca trafiğe yakalanmadım bu kez, Karacaahmet'in oradaki dehşetengiz trafik lambalarının ve de üstüne meydana gelen trafik kazasının yarattığı kaosun dışında yol açık. Üsküdar sahil yoluna varıyorum rodaj hızımla. Sonrasında Paşalimanı, Beylerbeyi, Çengelköy derken, aslında motorumun beni oraya, Beykoz'daki o adını bile bilmediğim küçük deniz kenarı çaybahçesine götürdüğünü anlıyorum. Hani ilk motorumun rodajını yaparken de uğradığım çaybahçesi. Saat akşamın sekizini gösterirken, hava henüz kararmamış, bir çay ve tost istiyorum denize nazır masalardan birine otururken. Benden başka kimseler yok çay bahçesinde. Herkes hayat gailesinde, evine ekmek götürmededir şimdi. Tıpkı gözümün önünde, kayığının sırtında ağlarını onaran ihtiyar balıkçı gibi. Çayım ve tostumun eşliğinde bir süre o balıkçıyı izliyorum, onun hayata tutunuşunu sallanan kayığının üzerinde. Daha da açıkta genişçe bir ağ silsilesiyle kaplı suyun orta yerinde başkaca balıkçılar var, ne için uğraşmadalar diye meraktayım, ama ikinci çayımı getiren garson çocuğa sormayı düşünsem de, bu merakın daha zevkli olduğuna hükmedip vazgeçiyorum. Merakla nasiplenecek bir parça deniz mahsülü bekleyen kediler gibi ben de bugünkü nasibimin bu çaybahçesi olduğunu düşünüp meraklı gözlerle balıkçıları izlemeye devam ediyorum. Zaman zaman denizin tam aksi yönde duran motosikletimi de gözardı etmiyorum tabii. Simsiyahının pırıltısıyla beni bekliyor çaybahçesinin yanında kaldırımın sırtında. Kimbilir daha ne günlerimiz olacak onunla. Hafif bir akşam esintisi yüzümde, dudağımda çayın demini almış tadıyla, içimi kaplayan huzurla bakıyorum deniz kıyısına.
Hava hala aydınlıkken, geleceğimizin de bunca aydınlık olması dileğiyle son yudumumu alıyorum ince belli bardaktan. Ağırdan alıyorum masadan kalkışımı, son bir kez daha bakıyorum deniz kenarındaki kayıklara, balıkçılara, kedilere ve çaybahçesini gölgeleyen yaşlı ağaçlara. Motorum yeterince dinlenmiş olmalı. Hesap düşündüğümden de az tutuyor. Eh bu da kısa günün karı olsun kırkambarıma yazdığım diyorum içimden.
Motorumun yanında bir kaç genç, ilgi duyuyor olmalılar motosiklete. Beni görünce hafif utangaç kenara çekiliyorlar, meraklı gözlerle sırtımdaki monta, başıma taktığım balaklavaya, eldivenime bakındıklarını farkediyorum. Böyle başlıyor işte bu sevda çocuklar, diyorum içimden, yolunuz açık ola.
Kontağı açınca, hiç nazlanmadan patırdamaya başlıyor motorum. Yavaş yavaş yola koyulmak lazım, ki gidilecek başka yolların hazırlığı yapılsın. Kulağımda tıpkı motorum gibi yeni aldığım müzik çalar, etrafı da rahatça duyabileceğim kadar açık volümde, Türkçe rock şarkılarıyla ritim tutuyor motorumun patırtısına yol boyunca. Hava kararmaya başlıyor, artık farım yolumu ışıtmaya başlıyor. Geldiğim yoldan evime geri dönüyorum. Çok da ilginç olmayan ama damakta hoş bir tat bırakan, minik bir yolculuk yapmış oluyorum sadece, bu bile motosiklete binmek için yeterli bir sebep işte, diye de iç geçiriyorum. Ve belki bir otomobilden çokça konforsuz olmasına rağmen, ben motosikleti ve motosikletle yolculuğu seviyorum be arkadaş, diyorum evimin merdivenlerinden bir elimde kaskım, bir elimde depo üstü çantam çıkarken.
Hayatı değerli kılan bir uğraşı aslında motosiklet, hele bir de aynı duyguları paylaşan motorcu dostlarınız varsa tadından yenmeyecek bir uğraşı.
Çağrı 'Cloud' Ö.
14.05.2008 - İstanbul
Ve bu yazı ile eskiler, yani bugüne kadar yapılanlar burada son buluyor. Daha önümde katedilecek çok yol ve kazanılacak çok deneyim var biliyorum. Hala motorculuğun çok başında sayılırım. Epeyce yol almama rağmen yüzbinlerce kilometreyi devirmiş bir sürücüye göre daha bu işte çok toyum şüphesiz, ama iyi sürücü olmanın da sadece kilometreleri devirmekle olmadığını öğrenmiş durumdayım bu işin erbaplarından.
Sözün özü, daha yapılacak çok yol var ve daha söylenecek pek çok söz...
Çağrı "Cloud" Ö.
21 Ağustos 2009
Devam edecek...
(Bir Sonraki Yazı: Buraya Kadarlara Bir Bakarak)
( Önceki Yazı: Hani Sormuştun Ya...)