Merhaba.
Bu blog benim kişisel motosiklet hikayemi, motosikletle ilgili deneyim ve düşüncelerimi anlatmaktadır.
Profesyonel bir motosiklet sürücüsü değilim, amatörce, kendi bilgim dahilinde kendime bir kişisel motosiklet arşivi hazırlamak amacıyla yola çıktım, sonrasında iş biraz dallanıp budaklandı. Ben deneyim kazandıkça blogda paylaşım ve yazılar çoğaldı.
Motosiklet insana büyük zevk veren bir taşıt, üstelik büyük şehirlerin trafik kaosuna da bireysel anlamda harika bir çözüm sunuyor. Ama aynı zamanda oldukça riskli de bir taşıt. Motosiklete her sürücü kendi kişisel risklerini ve sorumluluklarını alarak binmek durumunda. Bu sebeple benim burada anlattıklarım tamamen benim kişisel deneyimlerim olup tavsiye ve teşvik niteliği taşımamaktadır. Okurlarının bloğu bu bilinçle okuduğu ön kabulüyle yazıp çiziyorum ve sizin motosikletle yapacaklarınız sizi bağlıyor, tıpkı benimkilerin de beni bağladığı gibi. Blog sizin yapacaklarınızla ilgili sorumluluk kabul etmez, zira burası bir motosiklete başlangıç ya da eğitim mecrası değildir.
Motosiklete başlamak isteyenler için sanılandan çok eğitim merkezi var memlekette, eğitimsiz sürmeyin derim. Çok şey fark ediyor çünkü.

Yolunuz hep açık olsun.
Nice yollara.

Ç.Ö.


tutku etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
tutku etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Ağustos 2009 Cuma

Ben motosikleti seviyorum be arkadaş.

Ben motosikleti seviyorum be arkadaş.

     Motoruma atladım. Yolum çok uzun değil, yeni ya motorum, rodajını bitirmeye debelenmedeyim. Bu sebeple amaçsız gezinmelerdeyim. Akşam üzeri çıktım yola. Ne hikmetse fazlaca trafiğe yakalanmadım bu kez, Karacaahmet'in oradaki dehşetengiz trafik lambalarının ve de üstüne meydana gelen trafik kazasının yarattığı kaosun dışında yol açık. Üsküdar sahil yoluna varıyorum rodaj hızımla. Sonrasında Paşalimanı, Beylerbeyi, Çengelköy derken, aslında motorumun beni oraya, Beykoz'daki o adını bile bilmediğim küçük deniz kenarı çaybahçesine götürdüğünü anlıyorum. Hani ilk motorumun rodajını yaparken de uğradığım çaybahçesi. Saat akşamın sekizini gösterirken, hava henüz kararmamış, bir çay ve tost istiyorum denize nazır masalardan birine otururken. Benden başka kimseler yok çay bahçesinde. Herkes hayat gailesinde, evine ekmek götürmededir şimdi. Tıpkı gözümün önünde, kayığının sırtında ağlarını onaran ihtiyar balıkçı gibi. Çayım ve tostumun eşliğinde bir süre o balıkçıyı izliyorum, onun hayata tutunuşunu sallanan kayığının üzerinde. Daha da açıkta genişçe bir ağ silsilesiyle kaplı suyun orta yerinde başkaca balıkçılar var, ne için uğraşmadalar diye meraktayım, ama ikinci çayımı getiren garson çocuğa sormayı düşünsem de, bu merakın daha zevkli olduğuna hükmedip vazgeçiyorum. Merakla nasiplenecek bir parça deniz mahsülü bekleyen kediler gibi ben de bugünkü nasibimin bu çaybahçesi olduğunu düşünüp meraklı gözlerle balıkçıları izlemeye devam ediyorum. Zaman zaman denizin tam aksi yönde duran motosikletimi de gözardı etmiyorum tabii. Simsiyahının pırıltısıyla beni bekliyor çaybahçesinin yanında kaldırımın sırtında. Kimbilir daha ne günlerimiz olacak onunla. Hafif bir akşam esintisi yüzümde, dudağımda çayın demini almış tadıyla, içimi kaplayan huzurla bakıyorum deniz kıyısına.

     Hava hala aydınlıkken, geleceğimizin de bunca aydınlık olması dileğiyle son yudumumu alıyorum ince belli bardaktan. Ağırdan alıyorum masadan kalkışımı, son bir kez daha bakıyorum deniz kenarındaki kayıklara, balıkçılara, kedilere ve çaybahçesini gölgeleyen yaşlı ağaçlara. Motorum yeterince dinlenmiş olmalı. Hesap düşündüğümden de az tutuyor. Eh bu da kısa günün karı olsun kırkambarıma yazdığım diyorum içimden.

     Motorumun yanında bir kaç genç, ilgi duyuyor olmalılar motosiklete. Beni görünce hafif utangaç kenara çekiliyorlar, meraklı gözlerle sırtımdaki monta, başıma taktığım balaklavaya, eldivenime bakındıklarını farkediyorum. Böyle başlıyor işte bu sevda çocuklar, diyorum içimden, yolunuz açık ola.

     Kontağı açınca, hiç nazlanmadan patırdamaya başlıyor motorum. Yavaş yavaş yola koyulmak lazım, ki gidilecek başka yolların hazırlığı yapılsın. Kulağımda tıpkı motorum gibi yeni aldığım müzik çalar, etrafı da rahatça duyabileceğim kadar açık volümde, Türkçe rock şarkılarıyla ritim tutuyor motorumun patırtısına yol boyunca. Hava kararmaya başlıyor, artık farım yolumu ışıtmaya başlıyor. Geldiğim yoldan evime geri dönüyorum. Çok da ilginç olmayan ama damakta hoş bir tat bırakan, minik bir yolculuk yapmış oluyorum sadece, bu bile motosiklete binmek için yeterli bir sebep işte, diye de iç geçiriyorum. Ve belki bir otomobilden çokça konforsuz olmasına rağmen, ben motosikleti ve motosikletle yolculuğu seviyorum be arkadaş, diyorum evimin merdivenlerinden bir elimde kaskım, bir elimde depo üstü çantam çıkarken.

     Hayatı değerli kılan bir uğraşı aslında motosiklet, hele bir de aynı duyguları paylaşan motorcu dostlarınız varsa tadından yenmeyecek bir uğraşı.


Çağrı 'Cloud' Ö.

14.05.2008 - İstanbul




  






  Ve bu yazı ile eskiler, yani bugüne kadar yapılanlar burada son buluyor. Daha önümde katedilecek çok yol ve kazanılacak çok deneyim var biliyorum. Hala motorculuğun çok başında sayılırım. Epeyce yol almama rağmen yüzbinlerce kilometreyi devirmiş bir sürücüye göre daha bu işte çok toyum şüphesiz, ama iyi sürücü olmanın da sadece kilometreleri devirmekle olmadığını öğrenmiş durumdayım bu işin erbaplarından. 
 

    Sözün özü, daha yapılacak çok yol var ve daha söylenecek pek çok söz... 


Çağrı "Cloud" Ö.
21 Ağustos 2009


Devam edecek...
(Bir Sonraki Yazı: Buraya Kadarlara Bir Bakarak) 



( Önceki Yazı: Hani Sormuştun Ya...)




 

Motosiklet Özgürlük Tutkusudur


Motor sevdası arttıkça gelişen eski yazılardan biri daha.


Motosiklet Özgürlük Tutkusudur...

    Ben bir motosiklet kullanıcısıyım.
    Henüz bir motorcu oldum mu? Kanımca hayır. Ama motorcu olma yolunda ilerlemekteyim. İyi bir motorcu olabilir miyim? İçimdeki özgürlük ve rüzgar sevdasını öldürmezsem olabilirim sanırım.
Bir üstadım, "40.000 kilometre motosiklet kullandıktan sonra hayatının geri kalanında motosiklet kullanıp kullanmayacağına karar verirsin, 100.000 kilometre sonrada motorcu olursun" demişti bana. Aslında kilometrelerde mi motorcu ruhu, yoksa o kilometrelerin nasıl yapıldığında mı? Benim görüşüm daha çok nasıl yapıldığında. Ben her motora binişimde içimde bir aşkla biniyorum. Sanki bir taşıma aracıyla değilde, canlı bir varlıkla ilişkiye geçiyorum yol boyunca. Motosikletim sanki bir küheylan, bu yüzden küheylan adını taktım ona. Demir At diyorlar ya. Tam öyle işte.

    Motosiklet inanılmaz bir özgürlük hissiyatı veriyor insana. Hiç bir dört tarafı kapalı ve rahat koltukta oturularak kullanılan araç bu hissi vermez insana. Motosiklet sadece gaza bastığınızda gidebilen bir taşıt da değil, bir sürü incelik istiyor sürücüsünden, bir sürü ihtimam ve çokça da tutku istiyor. Belki de motosiklet kullanımını tam tanımlayacak şey budur: TUTKU.
    Belki de bu yüzden bir tutkuya dönüşüyor zamanla kullanıcılarında. Bir süre ara da verseniz, günün birinde yeniden alevleniyor içinizde o tutku. Vazgeçilmez bir şeye dönüşüyor motosiklet. Günlük düşünce ve konuşmalarınızda mutlaka en az bir kez geçmeye başlıyor. Hayatınızın bir parçası oluyor. Kimisi virüs diyor motosiklete. Bulaştığı zaman bir daha kurtulmanızın çok zor olduğu bir virüs.

    Aslında atalarımızdan bize miras gibi motosiklet. Onların atı vardı, bizim motosikletlerimiz, demir atlarımız var. Pek çok yönden benzeşiyor at ile motosiklet. Her ikisine de soldan biniliyor örneğin. Ata soldan binilmesinin sebebi sol tarafa takılan kılıçtanmış diye okumuştum bir yerlerde ve motosiklete de bunun etkisi ile soldan biniliyor yazıyordu aynı yerde. Her ne sebeple olursa olsun oturuş biçimi, kullanımı benzeşiyor işte kanlı canlı bir at ile. Bir ata biner gibi doğada dolaşıyorsunuz, rüzgarı hissederek motosiklette. Rüzgar da bir anlamda özgürlük, o da bir başka tutku, sizin motosiklet tutkunuzu tetikleyen.

    Motosiklet kullanan insanların aslında serseri imajından daha çok naif yönleri ağır basıyor kanımca. Her ne kadar toplumun genelinde serserilikle bağdaştırılsa da, bence motorcular içlerinde naif bir ruh taşıyorlar. Yolda kalmış diğer motorcuya hiç tanımasa da yardım etmekten tutun da, birlikte motor sürmenin keyfine varmak, motorcu kardeşliğinin tadına varmak için yapılan toplu sürüşlere kadar büyük bir duyarlılığı barındırıyor motorcular içlerinde. Toplumsal olaylarda bile ilk tepkiler onlardan gelmeye başladı son yıllarda. Doğaya da daha fazla sahip çıkar motosiklet sürücüsü, çünkü doğa yok olursa onun motosiklet süreceği, şehirden kaçıp özgürleşeceği ortamlar kısıtlanacak, yeşillikler arasında, çiçek ve çam kokularında motor süremeyecek demektir bunu yapmazsa. Bu yüzden otelden çok çadırda konaklar, genelin rahatsız bulduğu şeylerden o keyif alır. Zaten belki de bunca konfordur keyfini kaçıran beton yığınları arasında.

    Motosiklet Özgürlük Tutkusudur kısacası dostlar, özgürlüğe, rüzgara aşık olmak ve hatta nikah kıymaktır onlarla. Kimin ne dediğine aldırış etmeden yoluna devam etmek, hiç bitmesini istemediğin yollarda, tutkuyla sürmektir motorculuk. Yanında seninle aynı cesareti göstererek yola düşmüş dostlarının olduğunu bilerek gaz açmaktır özgürlüğün vaadettiklerine doğru. Ve bir gün motosiklete binemeyecek kadar -ki bu çok geç olur dilerim- yaşlandığında elinde anlatılabilecek kalitede yüzlerce hikayeyi bulundurmaktır motosiklet tutkusu.

Özgürlük sevdanız hiç bitmesin, motosiklet tutkunuz da öyle.


Çağrı "Cloud" Ö.
Kadıköy 2007





NEDEN SÜRÜŞ EĞİTİMİ ALMALIYIZ ?!

NEDEN SÜRÜŞ EĞİTİMİ ALMALIYIZ ?!
Fotoya tıkla yazıyı oku!

125cc ile Dünya Turu (Around the world by 125cc)

125cc ile Dünya Turu (Around the world by 125cc)
Fotoya tıkla yazıyı oku!

Kaza Şiiri... :)

Kaza Şiiri... :)
Fotoya tıkla yazıyı oku!