Motosiklet Macerama devam ederken arada yine eskilerden bir yazı aktaralım... 2007 yılından bir başka heyecanlı yazım.
Motosikletli Sabahlara Uyanmak!
Bu sabah içimde tarif edemediğim bir heyecanla uyandım yine. Tarif edemiyorum çünkü bunun tarifi yapılamaz diye düşünüyorum. Ya da ben yapamıyorum belki de. Bu tarifsiz duygunun adı “motosiklet tutkusu” ve sadece motosiklet kullananlar bilir bu duyguyu. Hatta ve hatta motosiklet kullanmak da yetmez bu duyguyu anlamaya, motosikletle arasında ciddi bir bağ oluşmuş olanlar anlar ancak. Motosiklet kullanmaya başladıktan sonra hayatımın bunca önemli bir parçasını teşkil edeceğini düşünmemiştim doğrusu. Bilemiyorum belki de hayatımın en çetrefilli döneminde, en çok tutunacak dal aradığım döneminde çıkageldi motosiklet. Ne kadar da iyi etti hayatıma girmekle, ne kadar da iyi ettim onu tam da böyle bir dönemde hayatıma sokmakla. Bu sabahlara böyle uyanıyor olmak ne kadar da güzel oluyormuş. İnsanı insan yapan şeylerden biri de sanırım tutku. Hayatınızda tutkuyu kaybettiğiniz zaman o hayat çekilmez olmaya başlıyor. Zaten hayatın çekilmez ve tutkusuz olması için de milyonlarca neden var ne acı ki günümüz dünyasında. Bana da tam öyle olmaya başlamıştı işte. Yavaş yavaş hayata dair umutlarımı yitirmeye başlamıştım. Elle tutulur, gözle görülür bir çok şeyden vazgeçmeye, zevk almamaya başlamıştım. İnsanın insana yaptıklarını, dahası insanın kendisine yaptıklarını gördükçe, kutu gibi evlerde, sokaklarda, iş yerlerinde ve hatta park ve bahçelerde nasıl da robotik bir yaşam sürdüğümüzü fark ettikçe daha çok battığımı hissetmeye başlamıştım. Tüm bu olan bitenin üstüne bir de içime işleyen dev bir darbe yemiştim. Olan bitene anlam vermeye çaba göstermekten vazgeçmiş, tutunacak bir dal, tek bir dal ararken, taa çocukluk günlerimden bir şeyler koptu geldi ve bana telkinde bulundu sanki. Her şeye rağmen içimdeki ölmeyen çocuk, elimdeki üç beş kuruşla son bir oyuncak almamı söylüyordu bana. Oyuncaksız bıraktığımız için yaşamlarımızı bunca tükeniyorduk belki de. Hani çocukluk günlerimizin o elimizden bırakmadığımız tutkuyla sevdiğimiz oyuncakları? Neyse ki onlardan bir kaçı hala evimin baş köşesinde duruyordu. Ama içimdeki o çocuk yeni ve farklı aslında içimde ona yönelik duyguları hep beslediğim oyuncağı, o makineyi, motosikleti almamı söylüyordu ısrarla. En ummadığım zamanda, neredeyse tüm hayatımda hep yaptığım gibi bir anda gittim ve buluştum onunla. Bir motosiklet aldım. Aman ben ne yaptım! demeye kalmadı ki binli kilometreleri devirmiştim bile.
Hiç ısınamadığım otomobil kabininden sonra, bisikleti andıran bu motorlu iki tekerli taşıt bana inanılmaz şeyler yaşatmaya başladı. Üzerine “Motorcu Olmak”la ilgili yazılar döşenmeye başladım. Ben onu sevdikçe o da bana tatmadığım duygular yaşatmaya başladı. Kaçış planlarıma ortak oldu, meğerse benden çok daha teşneymiş kaçıp gitmeye. Onun ruhunda varmış meğerse kaçmak. Bu beni daha da çok bağladı ona. Gittiğim yerlerde fazla durmamamı söylüyordu sanki, daha gidilecek çok yolun var yetişmek için menzile dercesine. Her seferinde yine kürkçü dükkanına, evime döndürmesini de bildi beni. Bütün yolculukların aslında en güzel anının eve, sevdiklerimize dönmek olduğunu hatırlattı kaç sefer. Her defasında eve dönmenin asıl tadını ise şimdilerde daha iyi anlıyorum. Neymiş biliyor musunuz dostlar? Motosikletli sabahlara uyanmakmış. Her sabah uyandığınızda kapınızın önünde daha gidilecek çok yolunuzun olduğunu hatırlatması imiş motosikletinizin size. Umut, Nietzsche’ye rağmen güzel bir şeydir dedirten şeymiş motosiklet ve Nietzshe’yi de yanınıza alarak yollara düşmekmiş. Belki de büyük filozof bugün yaşasaydı altında kükreyen bir cruiserla Zerdüşt’ün buyruklarını hepimize anlatmak için yollarda olacaktı kim bilir.
Motosikletli sabahlara uyanmak, aslında ilk fırsatta kaçabileceğinizi hatırlamakmış. Kafanızdaki kaçış planını hep ama hep hazırda tutmakmış.
Motosikletli sabahlara uyanmayı çok seviyorum.
Çağrı “Cloud” Ö.
Ağustos 2007, Kadıköy.
Devam edecek...
Sonraki Yazı: Yeni Bir heyecan, İkinci Motosiklet
Önceki Yazı: İlk Gözağrıma Veda
Bu sabah içimde tarif edemediğim bir heyecanla uyandım yine. Tarif edemiyorum çünkü bunun tarifi yapılamaz diye düşünüyorum. Ya da ben yapamıyorum belki de. Bu tarifsiz duygunun adı “motosiklet tutkusu” ve sadece motosiklet kullananlar bilir bu duyguyu. Hatta ve hatta motosiklet kullanmak da yetmez bu duyguyu anlamaya, motosikletle arasında ciddi bir bağ oluşmuş olanlar anlar ancak. Motosiklet kullanmaya başladıktan sonra hayatımın bunca önemli bir parçasını teşkil edeceğini düşünmemiştim doğrusu. Bilemiyorum belki de hayatımın en çetrefilli döneminde, en çok tutunacak dal aradığım döneminde çıkageldi motosiklet. Ne kadar da iyi etti hayatıma girmekle, ne kadar da iyi ettim onu tam da böyle bir dönemde hayatıma sokmakla. Bu sabahlara böyle uyanıyor olmak ne kadar da güzel oluyormuş. İnsanı insan yapan şeylerden biri de sanırım tutku. Hayatınızda tutkuyu kaybettiğiniz zaman o hayat çekilmez olmaya başlıyor. Zaten hayatın çekilmez ve tutkusuz olması için de milyonlarca neden var ne acı ki günümüz dünyasında. Bana da tam öyle olmaya başlamıştı işte. Yavaş yavaş hayata dair umutlarımı yitirmeye başlamıştım. Elle tutulur, gözle görülür bir çok şeyden vazgeçmeye, zevk almamaya başlamıştım. İnsanın insana yaptıklarını, dahası insanın kendisine yaptıklarını gördükçe, kutu gibi evlerde, sokaklarda, iş yerlerinde ve hatta park ve bahçelerde nasıl da robotik bir yaşam sürdüğümüzü fark ettikçe daha çok battığımı hissetmeye başlamıştım. Tüm bu olan bitenin üstüne bir de içime işleyen dev bir darbe yemiştim. Olan bitene anlam vermeye çaba göstermekten vazgeçmiş, tutunacak bir dal, tek bir dal ararken, taa çocukluk günlerimden bir şeyler koptu geldi ve bana telkinde bulundu sanki. Her şeye rağmen içimdeki ölmeyen çocuk, elimdeki üç beş kuruşla son bir oyuncak almamı söylüyordu bana. Oyuncaksız bıraktığımız için yaşamlarımızı bunca tükeniyorduk belki de. Hani çocukluk günlerimizin o elimizden bırakmadığımız tutkuyla sevdiğimiz oyuncakları? Neyse ki onlardan bir kaçı hala evimin baş köşesinde duruyordu. Ama içimdeki o çocuk yeni ve farklı aslında içimde ona yönelik duyguları hep beslediğim oyuncağı, o makineyi, motosikleti almamı söylüyordu ısrarla. En ummadığım zamanda, neredeyse tüm hayatımda hep yaptığım gibi bir anda gittim ve buluştum onunla. Bir motosiklet aldım. Aman ben ne yaptım! demeye kalmadı ki binli kilometreleri devirmiştim bile.
Hiç ısınamadığım otomobil kabininden sonra, bisikleti andıran bu motorlu iki tekerli taşıt bana inanılmaz şeyler yaşatmaya başladı. Üzerine “Motorcu Olmak”la ilgili yazılar döşenmeye başladım. Ben onu sevdikçe o da bana tatmadığım duygular yaşatmaya başladı. Kaçış planlarıma ortak oldu, meğerse benden çok daha teşneymiş kaçıp gitmeye. Onun ruhunda varmış meğerse kaçmak. Bu beni daha da çok bağladı ona. Gittiğim yerlerde fazla durmamamı söylüyordu sanki, daha gidilecek çok yolun var yetişmek için menzile dercesine. Her seferinde yine kürkçü dükkanına, evime döndürmesini de bildi beni. Bütün yolculukların aslında en güzel anının eve, sevdiklerimize dönmek olduğunu hatırlattı kaç sefer. Her defasında eve dönmenin asıl tadını ise şimdilerde daha iyi anlıyorum. Neymiş biliyor musunuz dostlar? Motosikletli sabahlara uyanmakmış. Her sabah uyandığınızda kapınızın önünde daha gidilecek çok yolunuzun olduğunu hatırlatması imiş motosikletinizin size. Umut, Nietzsche’ye rağmen güzel bir şeydir dedirten şeymiş motosiklet ve Nietzshe’yi de yanınıza alarak yollara düşmekmiş. Belki de büyük filozof bugün yaşasaydı altında kükreyen bir cruiserla Zerdüşt’ün buyruklarını hepimize anlatmak için yollarda olacaktı kim bilir.
Motosikletli sabahlara uyanmak, aslında ilk fırsatta kaçabileceğinizi hatırlamakmış. Kafanızdaki kaçış planını hep ama hep hazırda tutmakmış.
Motosikletli sabahlara uyanmayı çok seviyorum.
Çağrı “Cloud” Ö.
Ağustos 2007, Kadıköy.
Devam edecek...
Sonraki Yazı: Yeni Bir heyecan, İkinci Motosiklet
Önceki Yazı: İlk Gözağrıma Veda
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
İlginize teşekkürler!