Merhaba.
Bu blog benim kişisel motosiklet hikayemi, motosikletle ilgili deneyim ve düşüncelerimi anlatmaktadır.
Profesyonel bir motosiklet sürücüsü değilim, amatörce, kendi bilgim dahilinde kendime bir kişisel motosiklet arşivi hazırlamak amacıyla yola çıktım, sonrasında iş biraz dallanıp budaklandı. Ben deneyim kazandıkça blogda paylaşım ve yazılar çoğaldı.
Motosiklet insana büyük zevk veren bir taşıt, üstelik büyük şehirlerin trafik kaosuna da bireysel anlamda harika bir çözüm sunuyor. Ama aynı zamanda oldukça riskli de bir taşıt. Motosiklete her sürücü kendi kişisel risklerini ve sorumluluklarını alarak binmek durumunda. Bu sebeple benim burada anlattıklarım tamamen benim kişisel deneyimlerim olup tavsiye ve teşvik niteliği taşımamaktadır. Okurlarının bloğu bu bilinçle okuduğu ön kabulüyle yazıp çiziyorum ve sizin motosikletle yapacaklarınız sizi bağlıyor, tıpkı benimkilerin de beni bağladığı gibi. Blog sizin yapacaklarınızla ilgili sorumluluk kabul etmez, zira burası bir motosiklete başlangıç ya da eğitim mecrası değildir.
Motosiklete başlamak isteyenler için sanılandan çok eğitim merkezi var memlekette, eğitimsiz sürmeyin derim. Çok şey fark ediyor çünkü.

Yolunuz hep açık olsun.
Nice yollara.

Ç.Ö.


8 Kasım 2011 Salı

Dünyanın En Hızlı Kızılderilisi

    68 yaşındasınız, 1920 model bir motosikletiniz var, onu zaman içinde tutkuyla ve keskin bir zekayla modifiye ederek kendi klasmanında karada hız rekoru kıracak bir motosiklet haline getirdiğinizi ve üstelik ilerlemiş yaşınıza rağmen bu rekoru kendinizin kırdığını hayal edin. Çok uçuk, olmayacak bir şey gibi görünmüyor mu size de? Ama oldu, hem de bundan yaklaşık 45 yıl önce Burt Munro adında bir efsane adam, 1967 yılında 1000cc altı motosiklet klasmanında, tam 68 yaşında iken kendi kullandığı 1920 model Indian Scout marka motosikletiyle karada hız rekorunu kırdı ve bu kategoride o rekor halen kırılabilmiş değil.
    Peki bu nasıl oldu? Ve kimdir bu Burt Munro? Anlatalım...


    Herbert J. "Burt" Munro, 1899 yılında Yeni Zelanda'nın Invercargill şehrinde doğdu. 16 yaşında ilk motosikletine sahip oldu ve o saatten sonra hayatı motosikletler ve onların tamiri, modifikasyonu ve yarışlarla geçti, hatta bu işi öyle ilerletti ki Munro bir motosiklet tamircisi oldu. 1920 yılında, 21 yaşındayken o zamanın en popüler motosikleti sayılan Indian marka Scout model motosikletini aldı. Zaten asıl hikayede o zamandan sonra başladı. Burt, türlü talihsizlikler parasızlıklar, savaş dönemleri derken artık iyiden iyiye eskimeye başlayan Indian'ını imkansızlıklar içinde modifiye etmeye başladı. Gençliğinden beri hız tutkunuydu ve yöresel pek çok yarışa katılıyordu Indian'ıyla, ama bir türlü hıza doymuyordu. Zamanla tek başına kaldı, ama motosiklet tutkusu ve tamir merakı hiç geçmedi. Babadan kalma eski evinin bahçesindeki derme çatma bir barakadan oluşan atölyesinde içinde bulunduğu maddi imkansızlıklar yüzünden akla hayale gelmeyecek malzemelerle Indian'ını modifiyeye adadı kendini ömrünün yaşlılığa doğru ilerlediği dönemde.




    Indian'ını ilk aldığında sene 1920 idi ve 600cc'lik bu alet ancak 95 km hıza çıkabiliyordu. Burt 1957'lerde motorunu 750cc'ye çıkarttığı Indian'ıyla 200 km/hız'ın üstüne çıkmayı başarabilmişti. 1960'ların başında Indian'ı yeni bir modifikasyonla 850cc haline getirdi ve 288 km hız yapabildi. İşin acayip kısmı tüm bu motor madifikasyonlarını Burt, tek başına ve olmayacak malzemelerle yapıyordu. Hurdaya çıkmış otomobillerin motorlarından söktüğü parçaları eritip pistonlar, kranklar döküyordu, evindeki kapı menteşeleriyle montaj yapıyordu. Hız denemerini ise genellikle sabahları erken saatlerde atölyesinden çıkıp sahile giderek kumsalda, onca sürtünme faktörüne rağmen kum zeminde yapıyordu.



    1966 yılında 920cc'ye çıkan motoruyla Indian artık o ilk alındığı halinden çok farklı bir görünümdeydi. O döneme göre oldukça uçuk sayılabilecek bir şasiye sahip acaip bir alamete dönüşmüştü 1920 model alet.
Burt Munro'nun artık sadece bir hayali vardı, o da ABD'nin hız denemeleri ve yarışlarının yapıldığı Utah'daki Bonneville Tuz Çölüne gitmek ve orada yarışarak, hayatında hiç değilse bir kere Indian'ının en fazla ne kadar hız yapabileceğini görmek...




    Bu arada Burt'ün hayatı tam bir münzevi hayatıydı, eski evi, pis ve derme çatma atölyesi, komşularına aldırmadan bağırta bağırta sabahın köründe motosiklet denemeleri yapması, bakımsız bahçesiyle Invercargill'lilerce de baş belası bir ihtiyar olarak görülüyordu. En iyi anlaştığı insanlarsa çocuklardı, çocuklar genellikle kendisini seviyordu.



   Boneville'e gitmek, ama nasıl? Emekli maaşıyla bu iş imkansıza yakındı, Yeni Zelanda'dan ABD'ye gitmek kolay değildi. Sonunda evini ipotek ettirerek bankadan kredi almayı başardı ve kasabalının da desteğiyle yola çıktı. Külüstür bir tekneyle, hatta işçi olarak da tekne içinde çalışarak Amerika'ya geldi. Orada çeşitli zorluklar sonrası, eski bir ikinci el otomobil alıp Indian'ını arkasına yerleştirerek Tuz Çölüne gitti. Yarışmak istiyordu ama yarış komiserleri onun bu eski ve yarış şartlarını karşılamayan aletle, hem de neredeyse hiç bir güvenlik ekipmanı olmadan yarışmasına olumlu bakmadılar. Ama o kararlıydı, orada tanıştığı diğer hız tutkunu yarışçıların da desteğiyle Burt'ün yarışmasına karar verildi. Kimse ondan bir şey beklemiyordu, sadece bu yaşlı adamın bunca yolu gelmesine duydukları saygıdan dolayı yarışmasına ve hevesini almasına karar vermiş gibiydiler. Oysa Burt neredeyse ömrünün yarısını verdiği Indian'ına çok güveniyordu. Kafasında sadece eski bir kask, gözlük ve eldiven ile üzerinde sıradan kıyafetleriyle Burt'le alay edilse de, o aldırmadı ve pantolonunun paçalarını çoraplarının içine sokarak çıkış yaptı. Indian hızlandıkça hızlandı ve 1967 senesinde girdiği bu ilk hız yarışında Burt, 205.67 mil (yani 331 km/hız) yaparak 1000cc altı taşıtlarda karada dünya hız rekorunu kırmayı başardı. Havagazı borusundan, eski Chevrolet parçalarına kadar türlü çeşitli parçalarla geliştirdiği, benzin deposunu şişe mantarıyla kapattığı Indian'ı, Burt'ün yüzünü kara çıkartmadı ve onu efsane yaptı. Herkesin çatlak bir motosiklet tamircisi olarak gördüğü bu adam hayattaki en büyük hayalini gerçekleştirmeyi başarmıştı. Burt Munro'nun neredeyse 45 yıl önce kırdığı bu rekor halen kırılamadı. O ve efsanesi, motosiklet ve hız tutkunları arasında hep hatırlandı.




    Burt Munro'nun hikayesi 2005 yılında başrolünü Anthony Hopkins'in oynadığı filmde anlatıldı."The World's Fastest Indian (Türkiye'de Efsane Adam adıyla vizyona girmiştir). Film Burt'ün gerçek yaşamına yakın bir güzellikte anlatıyordu onu ve Indian'ını. İlginizi çekiyorsa mutlaka izleyin derim. Üstelik sadece bir motosiklet ya da yarış filmi olarak da değil, bir hayat dersi ya da harika bir roman okumuş gibi tat almak için herkes izlemeli bu filmi bana göre. (Filmin fragmanını da biraz aşağıda izleyebilirsiniz.)





                                                      
İşte böyle Efsane Adam Burt Munro ve Dünyanın en hızlı kızılderilisinin hikayesi...

Web aleminde onun hikayesini anlatan pek çok kaynak da mevcut. Ben de bu yazıyı kaleme alırken hem izlediğim filmden hem de o yazılardan faydalandım. O linkleri de aşağıya aktarıyorum merak edenlere.

Son söz: Burt Munro gibi, bir kaç yazı önce kaleme aldığım Köln'den Pekin'e motor süren ihtiyar delikanlılar gibi insanların hikayeleri, insanın bu dünyada hayal ettiği ve hayallerinin peşinden gittiği müddetçe başarılı ve mutlu olacağının dersini veriyor adeta hepimize. Ne diyelim umarım bu insanların yaşlarında hala motosikletimizle hayal avcılığına devam ediyor oluruz... Zira dünyadaki pek çok şey gerçekte içi boş ve tatsız, hayal kurmaksa hala insanın en büyük başarı ve umut kaynağı...



Yazan: Çağrı "Cloud" Ö.
Meraklısına bir de video yaptık efenim...


Linkler:
Türkçe wikipedi'de Burt Munro:
http://tr.wikipedia.org/wiki/Burt_Munro

English wikipedia link:
http://en.wikipedia.org/wiki/Burt_Munro

Efsane Adam Filmi (The World's Fastest Indian film links):
http://www.imdb.com/title/tt0412080/
http://www.sinemalar.com/film/1213/Efsane-Adam/

Türkçe yazılmış güzel bir Burt Munro yazısı:
http://www.postapaylas.com/kategoriler/genel/tek-rakibi-hava-yollari-burt-munro.html

Filmden bir sahne (A fragment) :
http://www.imdb.com/video/screenplay/vi1643512089/ 



(Bu yazıdaki fotoğraf ve videolar internet ortamından alınmıştır... )

6 Kasım 2011 Pazar

Zen ve Motosiklet Bakım Sanatı - Robert M.Pirsig


    Ve evet yazmayı istediğim, daha da öncesinde okumayı istediğim ama yıllardır piyasada bulunmayan ve eski baskısını da bulmanın oldukça güç olduğu, motosiklete binmeye başlamadan önce sadece adına bakıp oldukça önyargıyla yaklaştığım hatta alaycı bulduğum ki aslında gerçekten de bi anlamda alaycılık eden efsane bir kitap bu. Huh! İlk cümlenin uzunluğu bile kitabı okurken uzunca bir felsefik yolculuğa çıkılacağını anlatmıyor mu zaten.

Kitabın arka kapağı da bize neyle karşılaşacağımızın ipucunu verir gibi adeta:

Zen ve Motosiklet Bakım Sanatı roman, otobiyografi ve felsefi deneme türlerinin sınırlarını genişleten; bütün bir akılcılık geleneğini sorgulayan benzersiz bir 'kült kitap'

Yazar Robert M.Pirsig, oğluyla birlikte yaptığı uzun bir motosiklet yolculuğu boyunca aslında okuru motosiklet üstünde görkemli bir felsefik yolculuğa çıkarıyor. Kitabı bitirebilirseniz - ki felsefi kavramlara az çok aşina ve iyi bir okursanız mutlaka sonuna kadar okumalısınız- asıl tat tam da son sayfalarda hissediliyor ve biraz içiniz burkulsa da okuduğunuza memnun olduğunuz bir kitabı kapatıyorsunuz sevinçle. Pirsig, dünyanın politika ve onun saçma planlarıyla değişebileceğine inanmaz ve mevcut tüm değerlerin sorgulanması gerektiğini düşünerek bu kitapta bu sorgulamaya girişir. Asıl hikaye de budur aslında, motosiklet yolculuğu sadece bunu daha da cazip kılan şeydir. Ki benim gibi motosiklet tutkunu bir okursanız bu sizi daha çok bağlar kitaba.

Bu arada hemen belirtelim bu kitap kesinlikle sadece bir motosiklet kitabı değildir. Pirsig'in de dediği gibi "Çünkü gerçek motosiklet, kendimiz denen motosiklettir" Bu bir felsefe kitabıdır. Kitap, sıradan okuyucuyu zaman zaman sıkıp, ürkütebilir ama az buçuk kendini zorlayan her kitapsever bu kitabı sevecektir, ki felsefe okumak zaten başlı başına zorlu ama bir o kadar da zevkli bir uğraştır.

Kişisel olarak ben, Zen ve Motosiklet Bakım Sanatı kitabını bitirir bitirmez, onun ardılı olan Robert M.Pirsig kitabı Lila'yı aldım. Motosiklet Bakım Sanatı'nda değerlerin sorgulamasını yapan yazar, Lila'da bu kez bir deniz yolculuğuna çıkar ve ahlakın sorgulanmasına girişir.


Motosiklet kendi içinde felsefesi de olan bir taşıttır, hatta tutkunları için taşıttan da ötedir. İnsanın kendini bulması için muhteşem bir aracı da olabilir, hayata tutunacak dal da. Bu sebeple motosikletle felsefe bir yerde mutlaka buluşur, Pirsig'de bu buluşturmayı harika başarmış bir yazardır. Kendini iyi beslemiş kitap kurtlarına şiddetle tavsiye olunur.






Benim kitaptan özümsediğim bazı tadımlıklar ise aşağıda:

"... ve birisi mistik olmak istiyorsa onun yeri manastırdır, üniversite değil. Üniversiteler her şeyin tüm ayrıntılarıyla açıklanması gereken yerlerdir."

"Tümüyle güvendiğiniz bir şeye asla kendinizi adamazsınız. Kimse yarın güneşin doğacağını fanatik bir biçimde haykırmaz. Çünkü güneşin yarın doğacağını herkes bilir. İnsanlar, politik ya da dinsel inançlar ya da başka tür dogmalar ya da amaçlar için kendilerini fanatikçe adıyorsa bunun nedeni daima, bu dogmaların ya da amaçların kuşkulu olmasıdır."

Bu iki alıntı bile kitabın neler vaad ettiğinin işareti değil mi?
Neyseki ben bu kitabı okumaya nail olmuş fanilerdenim. Bi yerlerde bulursanız alın, bi gün mutlaka okursunuz.





NOT: Kitap'tan Motosiklet Kitaplığı başlıklı yazıda daha önceden kısaca bahsetmiştim, ama kitabın önemine binaen daha detaylı olarak tek başına bir başlık açmak istedim.
Meraklısına motosiklet kitaplığı blogda şu adreste:
http://mymotorcycleexperience.blogspot.com/2010/09/motosiklet-kitaplg.html


NOT2: Robert Maynard Pirsig'i 24 Nisan 2017 günü kaybettik, tüm edebiyat, felsefe ve motosikletseverlerin başı sağ olsun!

(Bu yazıdaki fotoğraflar  internet ortamından alınmıştır... )

                                                         Kitapla ilgili amatörce çektiğimiz bir video ise şurada:

17 Ekim 2011 Pazartesi

Motosikletle Köln'den Pekin'e iki ihtiyar delikanlı... (Köln to Beijing by two old Turkish Bikers)



    Onlara ihtiyar demeye utanılacak kadar aktif ve dinamik iki abimiz oldukları için ihtiyar delikanlılar demeyi tercih ettim ama yine de sadece "Delikanlılar" demek en doğrusu galiba.
    Yalçın Özer ve Tarık Eren, bu bahsettiğim delikanlılar. Yalçın Özer eski bir sporcu, milli jimnastikçilerimizden. Pek çok sportif başarısı var ve halen Almanya'da yaşıyor, orada da pek çok jimnastikçi yetiştirmiş bir olimpiyat tutkunu. Kendi kurduğu Almanya Olimpiyat Kulübünün Başkanı. Kendisi gibi Almanya'da yaşayan yakın arkadaşı Tarık Eren'le birlikte pek çok uluslararası geziden sonra, 2008 Pekin Olimpiyatlarına Almanya Olimpiyat Elçisi olarak motosikletle gitmeyi düşünmüşler ve bunu 60'lı yaşlarını sürerken gerçekleştirmişler de.
                       Solda Yalçın Özer, ortada bir tibet rahibi ve sağda Tarık Eren

    Ben kendilerinin bu macerasını biraz geç öğrendim. MotorOn Dergisi kendileriyle konuyla ilgili bir röportaj da yapmış, orada daha detaylı bilgi var, röportaj linkini yazının sonuna ekleyeceğim. Yaptıkları bu işle ilgili bir siteleri var mıdır diye web'de ararken Tarık Eren'in Almanca sitesini buldum ve kendilerine bir tebrik mesajı attım, keşke Türkçe bir arayüzü de olsaymış bu gezi linkinin dedim. O da bu mesajı Yalçın ağabey'e iletmiş, Yalçın ağabey bana maille döndü ve kendi Türkçe linkini mailledi. Her iki linki de yazı sonunda bulabilirsiniz.
    Yalçın Özer'in bu gezi ile ilgili Almanca olarak yayınlanmış bir kitabı da mevcut, "Das Glück war auf unsere Seite" (Talih Bizden Yanaydı) adlı kitabın bir gün Türkçe olarak Türkiye'de de yayınlanması ne de güzel olurdu. (Türk yayın camiasına duyurulur.) Bu arada Yalçın ağabey kitaptan gelen geliri de Almanya'da kanserli çocuklara bağışlıyormuş. (Bu bilgiyi de bizzat kendisi verdi.)



    Benim asıl söylemek istediğimse şudur ki, bizler genç yaşımızda zihnen ihtiyarlamış halde uyuşuk uyuşuk bilgisayar başında otururken, 60'larını devirmiş ağabeylerimiz kendilerine bir amaç ediniyorlar ve o amaç uğruna motosikletlerine atlayıp, Köln'den kalkıp Pekin'e kadar motor sürüyorlar. Ne diyeyim, böyle insanlara ancak şapka çıkartılır, elleri öpülür. Ben kendi adıma böyle insanları tanıdıkça, ileriye dönük olarak sağlığım müsaade ettiği müddetçe yapmayı düşündüklerimden vazgeçmeme azmine daha fazla sahip olmaya başlıyorum. Yalçın Özer ve Tarık Eren bu azmin yaşayan örnekleri olarak orada duruyorlar işte.

    Clint Eastwood'un ilerlemiş yaşlarında çekip Oscar aldığı Unforgiven filminden sonra yaptığı bir röportajı okumuştum yıllar önce. Orada kendisine sorulan bir soruya "İnsanın nefes aldığı sürece aktif olması gerektiğini düşünüyorum" diye cevap vermişti üstat. Bu iki ihtiyar delikanlıyı ve yaptıklarını görünce, aklıma bu söz geldi.

    Kendilerine uzun ömürler ve sağlık dilerken, bir Türk olarak onlarla ayrıca gurur duyduğumu da belirtmeden geçemeyeceğim tabii...




Linkler (Links for Köln to Beijing 2008):
Gezinin Almanca linki (Köln to Beijing 2008 link by Tarık Eren): http://www.koeln-peking.de/Index.html

Yalçın Özer'in hayatından kesitleri de barındıran üç dilli link'de burada (Yalçın Özer's link): http://www.yalcinolympic.com/index.html

MotorOn Dergisi'nin kendileriyle yaptığı röportaj linki ise şurada: http://motoron.com.tr/593-disiplinli-deliler%E2%80%9D-olimpiyat-yolunda.aspx


(Bu yazıdaki fotoğraflar Yalçın Özer'in sitesinden alıntıdır.)

30 Eylül 2011 Cuma

Ben de test ettim… (Yamaha XT 1200Z Super Tenere)



    Uzun zamandan sonra içinde motosikletin cismen varolduğu bir yazı yazıyorum nihayet.
    Bu bir test yazısıdır ama aynı zamanda da değildir. Zira bendeniz ilk kez bu cc’de bir motosikleti test eden, bir anlamda amatör bir faniyim. Bu sebeple bu yazıya bir şekilde ulaşıp da okuyacak olan profi abiler bu testi yavan bulabilirler baştan söyleyeyim. Benimkisi daha ziyade benim gibi daha önce büyük cc’lerle minik deneyimleri olanlar ya da bu segmenti hiç denemeyenler içindir. Çok kısa da olsa 500, 600 ve 900cc deneyimlerim olmuştu. Ama 1200cc şaftlı bir enduroyu daha önce denemedim açıkçası. Bundan sebep, bu test denemesinden büyük beklentisi olanlar şu anda okumaktan vazgeçebilirler, vallahi darılmam, gücenmem.
Şakası bir yana Süper Tenere geçen yıl ilk geldiğinde,  Yamaha’ya test sürüşü için başvurmuş ve en yakın bayiiye yönlendirilmiştim. O zaman fırsat bulup da bu işe girişememiştim. Geçtiğimiz günlerde Yamaha Türkiye sitesinde gezinirken baktım ki halen Fazer8 ve Süper Tenere için test sürüşleri devam ediyor, hemen maili attım. Yamaha Yetkilisi Emre Bey geri döndü ve bana doldurmam için bir form mailledi. Bu formu doldurdum, artık Tenere testi için motorlar Yamaha’nın Sancaktepe’deki genel merkezinden teslim alınıyormuş. Uygun tarihleri belirttim ve birkaç gün sonra Emre Bey aradı, randevulaştık ve bugün sabah 10:00’da test için motoru teslim almak üzere Yamaha Türkiye genel merkezine yola çıktım.

    Emre Bey gençten, çok saygılı ve nazik biri çıktı. Teslim tutanağını doldurdum, biraz hoşbeşten sonra motoru hazırlatmak, benzin takviyesi filan yapmak için ayrıldı. Az sonra Süper Tenere kapıda beni bekliyordu. Emre Bey motorun başında, biraz genel özelliklerinden bahsetti. Motorun kombine fren sistemine sahip olduğunu ön ya da arka frenlerden herhangi birine dokununca diğerinin de frenlediğini söyledi.  Tabii ABS’de mevcut. Motorda Turing, Sport ve Offroad mod olmak üzere üç adet sürüş seçeneği mevcut. Yalnız offroad modu diğerleriyle aynı düğmeden ayarlanmıyor ve yol dışı olduğu için elcik üzerinde değil gösterge panelinde onun ayarı. Tahmin edileceği gibi sport moda alınca motor daha agresif ve güçlü davranıyor. Bu Touring ve Sport modları değiştirme işi sağ elcikteki bir düğmeyle yapılıyor zira sürüş esnasında da modu değişmek mümkün, bunu yaparken gazı kesip sonra modu değişmek gerektiğini söyledi Emre Bey. Zaten yeniden gazı açtığınızda modun değiştiğini hissediyorsunuz özellikle sport moda geçtiyseniz. Motor agresifleşiyor, hızı  ve torku artırıyor. 

    Gösterge panelinden de, geçtiğiniz modu (T \ S) görüyorsunuz. Diğer dijital ayarlar gösterge panelinden yapılıyor. Motorda yukarıda bahsettiğim gibi off road kullanım için bir sistem de mevcut, dilerseniz arazide arka tekerin patinaj çekip türlü canavarlıklar ve çamur partisi yapmasını sağlayabilir ve enduronun tadını çıkartabilirsiniz. Tabii 37000 tl'yi verdikten sonra o motora ağır arazide kıyacak mangal gibi de yürek olur herhalde adamda.
    Bu arada Super Tenere’de bana ilginç gelen bir özellik de, telli jantlarda  tubeless(dublex) lastiklere sahip olması  oldu. Bir enduro için iyi bir özellik denilebilir. Motor şaftlı ve siyah ve göze fazla batmayan bir şaft bu. Yakıt sordum, 5,5 - 6 litre civarı 100km'de dedi. Ve yol bilgisayarında benden önceki son kullanımdan kalan 6 litre verisini gösterdi Emre Bey.
    Bugüne dek bu aleti 150 kişi test etmiş, ben 151'inci oluyormuşum, vay bee, bu iyi bir şey mi, yoksa kötü mü anlayamadım, iyiymiş gibi gülümsedim, havalandım.

Sürüş Başlasın
    Emre Bey’in kısa sunumunun ardından,  motoru çalıştırıp sırtına bindim. Ve yine onun tavsiyesi ile Sancaktepe’den Şile yoluna doğru gaz açtım. Yaklaşık iki saat birlikte olacaktık bu tork canavarıyla. Epeyce zamandır motosiklet kullanmamıştım, bu yüzden içimde bir heyecan zaten vardı,  Tenere’nin gaz açtıkça patırdayan acaip dizaynlı egzosu ve benim ilk kez  1200cc şaftlı bir enduro selesinde oluşum da  ekstra bir heyecana gark eyledi  bendenizi.  Ama  daha ilk kilometrelerde anladım ki, yetilerimde neredeyse hiçbir azalma yok, üstelik son motorum YBR125’den sonra, altımda 260 kiloluk bir dev olmasına rağmen. Ve ilk izlenimim Emre Bey’in de bahsettiği gibi, motorun cc’sinden ve cüssesinden beklenmeyecek kadar çevik ve rahat kullanımlı oluşu oldu. İlk ışıklarda kombine frenajın ciddi bir güven verdiğini anladım. Ara ara özellikle ön ve arka fren yaptım motorun tepkilerine baktım, evet gerçekten de kombine fren tepkisiydi bu. Şehir içi bir süre sürdükten sonra Şile yoluna çıktım. Yolda ara ara kamyonlar olmasına rağmen sol şerit Süper kahramanındı, Tenere düşük viteslerde bile hızını çabuk artırıyor, özellikle 5000dev/dk. ötesinde şahlanmaya başlıyordu.  Vites geçişleri gayet rahat ve şaftta ses yok. Yalnız motorun ön camının kesinlikle yükseğe ayarlanması gerekli, zira hız arttıkça rüzgar abiden fena dayak yemeye başlıyorsunuz.
Motorun selesi geniş ve rahat yalnız (belki benim kullanımımdaki yanlıştan da olabilir ama) 4500 dev./dk civarında selede ve aynalarda hafif de olsa bir titreşim vardı.

    Bu arada aynalar demişken, motorda beni şaşırtan şey YBR125’le birebir aynı aynalara sahip olmasıydı. Bunu Yamaha sitesindeki fotoğraflarda görünce,  benziyordur aynısı değildir demiştim, ama 1 yıl 15000km YBR125 kullanmış biri olarak gördüm ki koskoca Süper Tenere, resmen 125 cc’lik torunuyla (yada aslında dedesi mi demeli) aynı aynaları kullanıyor. Biri 4000tl, öbürü 37000 tl. Doğrusu YBR125’in aynaları gerçekten çok rahat  görüş sağlayan aynalardır, (mesela cbf150 sahiplerinin bir kısmı aynalarını ybr’ninkilerle değişirler), nitekim geniş gidonlu Tenere’de de aynı aynalar harika görüş açısı sağlıyorlar, ancak bu kadar yüklü fiyatı olan alete yan sanayide 10tl’ye bulunabilen ybr aynalarını ben yakıştıramadım ve beni şaşırttı bu durum. Bir de yüksek hızlarda ilginç şekilde aynalar ilk ayarladığım şeklini hafiften kaybetmeye başlıyordu, belki de iyi sıkılmamışlardır diye düşündüm, ama yokladığımda sağlam duruyorlardı. Bunun sebebi bahsini ettiğim titreşim de olabilir.  Bunları motoru kötülemek için değil objektif olma adına yazıyorum. Yoksa genel olarak motor gayet başarılı geldi bana. Zira doğru devirlerde öyle ciddi titreşim filan yok. Benim en hoşuma giden yanı epeyce yüksek hız ile giderken bile sanki o hızla gitmiyormuşçasına dengeli ve güven veriyor oluşu oldu.(Camı iyi ayarlamak ya da değiştirmek şartıyla tabii).

    Viraj kabiliyeti ve 250cc bir motor kullanıyormuş gibi kolay sürüşü çok hoşuma gitti doğrusu. Bir motosikletle benim düşündüğümden daha yüksek hızla viraj yapmanın nasıl bir şey olduğunu da tatmış oldum Süper kahraman sayesinde (Yatır, yatır, yatıırrr!:)). Düzlüğü yakalayınca bir iki kez 6’ıncı vitesi buldurabildim ve Tenere güle oynaya bir altı ve beşin yanyana geldiği km/hıza kadar çıktı :) ama ne yazık ki, Şile yolunda bu hızları ancak saniyelerle sürdürebiliyorsunuz, kaldı ki üç haneli hızlara çıkmak tehlikeli ve sağlıksız da aynı zamanda, siz gaza gelip çıkmayın emi...:) (Memleketimizde ne yazık ki 300km/hız yapabilen motosiklet satışı yasal ama aynı motosikletle hız limitleri kanunen oldukça komik olduğu için bunu böyle yumuşattım kusura bakmayın) Anladım ki, bu motor yol istiyor, macera peşinde, up uzun yollar lazım bu alete.

    Motorun önünde ters teleskopik amortisörler var arkada ise ortada tek amortisör var. Ön ve arka amortisörleri ayarlayabiliyorsunuz.  Bu arada kasislerde ve ufak tefek çukurlarda gözlemlediğim kadarıyla amortisörleri gayet başarılı buldum.

    Kombine frenlerden yukarıda bahsetmiştim, oldukça başarılılar. Yalnız ayak fren pedalının çok küçük olması dikkat çekiciydi doğrusu. Arka frene basma konusunda sıkıntı yaşamamama rağmen bu minik pedal enteresan geldi bana. 

    Ayak pegleri ise yeterli ve sağlam görünüyordu. Bu arada okuduğum bazı test yazılarında yan ayaklıktaki sorundan ve motor üstünde ayaklar yerde dururken ayak peglerinin kaval kemiğine dayanıp rahatsız etmesinden bahsedilmişti. Doğrusu ben bunu yaşamadım zira her iki ayağımı da yere koyduğumda peglerden açıkta kalıyorlardı. Benim boyum 1.85 ve bacak boyum da vücuduma göre biraz uzun sayılır bu arada. Belki de boyları yüzünden ayakları peglere yakın kalıyordu yere basarken bilemiyorum, ben böyle bir sorun yaşamadım. Yalnız yine aynı yazılarda bahsedildiği gibi yan ayaklığı açmak aşırı güç olmasa da biraz sıkıntılı gibi. Dikkatle açmak gerekiyor, gerçi ayaklıkta topukla itilebilecek şekilde çubuğumsu bir kol var bunu denediğimde daha kolay açıldığını gördüm ben. Yani kafaya takılacak kadar büyük bir sorun gibi gelmedi bana. 

    Sağ ve sol elciklerdeki tüm düğmelere kolayca ulaşılabiliyor ve elciklerde rüzgar korumalar mevcut.
Gösterge paneli sade ve anlaşılır. Off road ve kötü hava koşulları düşünülerek suya dayanıklı bir panel yapılmış, yol bilgisayarı filan var zaten olmaması şaşırtıcı olur, geçelim; panelin hemen sağ altında karenaja monte edilmiş elektrik çıkışı mevcut.
    Daha önce de yazdığım gibi bu amatörce bir test olduğu için teknik bilgiler benden bu kadar.
Çok kısa da olsa mola amaçlı mıcırlı bir yol kenarına yanaşırken ve bir kez de kırmızı ışıkta sağa doğru dönerek kalkarken arka teker kayma eğilimleri gösterdi, yüksek torkun ve benim gazın dozajını iyi ayarlayamamamın da etkisi vardır mutlaka bunda, ama motor hemen kendini toparlayıp yola devam etti. Bu da hoşuma gitti doğrusu. Dengeli gidiyor meret, ağırlık merkezi yere yakınmış ondan olsa gerek.

    Bir amatör tester olarak lafı fazla bile uzattım biliyorum ama, son birkaç şey ekleyeyim öyle gideyim müsaade edin.  (Etmeseniz de konuşacam, blog benim, beni oynatmazsanız kapatır blogu giderim :)

    Motor genel olarak iyi bir motor gibime geldi, kullanımı çok kolay ve rahat, hızlanması gayet iyi, viraj kabiliyeti gayet iyi, genel görünüm de sınıfının genel görünümüne uygun, ben biraz Transalp - Varadero karışımı gördüm bu alette tip olarak. Şu an için tek rakibi herkesin dediği gibi BMW 1200GS, ama fiyat ve performans düşünülürse bu alet tercih edilesi gibi ve GS kadar büyük de durmuyor. BMW fanatiği değilseniz ve ülkedeki servis ağı gibi şeyler önemliyse Yamaha tercihte öne geçebilir. Nitekim satışları da hiç fena değilmiş.

    Yalnız eklemek istediğim asıl şey şu ki, üstüne bindiğimde de, yanında dikilip baktığımda da, Süper Tenere denilen  bu Japon harikası, çok açık söyleyeyim 37000 TL edecek bir alet gibi gelmedi bana.(Diğerleri eder mi, bence onlar da o paraları etmez) Motorun bana verdiği hissiyat buydu açıkçası. Kişisel olarak motosiklet denilen alete bu kadar büyük paraları vermenin yanlısı da değilim, bana bir motosikletin bu kadar para etmesi de hep şaşırtıcı gelir. Zira üzerine bindikten sonra aldığınız haz pek çoğunda neredeyse benzer bir şey. Artı hemen hepsinde küçük bir yana yatırmada bile düşündüğünüzden çok daha acayip tamirat masrafları çıkabiliyor. Ve daha da acayibi sürüş esnasında “Ulan bu alete ben o kadar para saydım, aman yavaş gideyim, amanın o çamura girmeyeyim” demiyorsunuz ve bu zevkle ilgili her haltı yemek istiyorsunuz, motosiklet bu anlamda sizi biraz dürten de bir alet. Bu dürtüden kaçmaksa zevki ertelemek ya da zevk alamamak gibi bir şey.  Bu sebeple de onca parayı verip de 4000 liralık bir 125 cc (ki o da 4000 etmez aslında) gibi onun da aslında pek çok aksamının verilen parayla doğru orantılı olmadığını gözlemlemek düşündürüyor beni, param olsa bile verir miydim diye… Motor aksamı gerçekten ne değerdedir , kaç para eder bilemem ama , benim pek çok büyük cc’de de gözlemlediğim şey bir çok kısmının verilen parayla eşdeğer oranda kaliteli görünmemesi. Nitekim Tenere’nin YBR aynaları ve karenajı ve hatta sele ile depo arasında kalan boşluğa kadar bir takım aksam ve görüntüsü verilen parayla eşdeğer konfor ve kalite gibi gelmedi bana. Tabii bunlar tamamen benim saçma kişisel görüşlerim olarak da algılanabilir ki çekinmeden öyle algılayabilirsiniz, darılmam. 

    Tüm bunların sonunda testi bitirip motoru teslim ederken, içeride podyuma çıkmışçasına bir standın üstünde yeni kasasıyla duran YBR125esd göz kırptı yine bana ve benim gibi amatör bir faninin, yeniden böyle bir - bozulmayan ve 90’la gitse bile hep ama hep giden - aleti alıp, motosiklet adına yarım kalan tüm yetilerini sonuna kadar zorlaması gerektiği hissiyatı hakim oldu bünyemde. Ybr ile bonkörce motosiklet yetilerimizi har vurup harman savururken tam da o esnada bir loto filan tutturursak, kimbilir üstüne bir de kırmızı kar filan yağarsa Süper Tenere niye almayalım, di mi ama? (Gülmeyin, lotonun değil ama kırmızı karın yağma ihtimali epeyce yüksek  :-)  )

    Emre bey’e teşekkür edip, test formunun sonuna Süper Tenere için geçer notumu verdikten sonra beni bekleyen otomobilime bindim. Otomobile bindiğimde ise az önce indiğim 110 beygirlik tork canavarının ben de bıraktığı adrenalin etkisiyle de olsa gerek evimin koltuğunda hareket ediyormuşum hissine kapılmadım dersem yalan olur. Ve bir kez daha anladım ki motosiklete binmenin otomobille filan alakası yok ve bu iş öncelikle gerçekten de sportif bir faaliyet; Süper Tenere gibi bir motosikletten hemen sonra otomobile binmek bunu daha iyi hissettiriyor insana.

    Ve yüksek vergilere, dünyanın en pahalı benzinine, belki çoğun değmeyecek motosiklet satış fiyatlarına rağmen, bir şekilde bu motosiklet işine dalınca her şeye ve herkese rağmen vazgeçemiyorsunuz meretten. Vazgeçmeyin de zaten, motosiklet hala toprak üstünde size en büyük hazları tattırmaya aday alet olarak orada duruyor zira. Kaç cc olursa olsun, o haz namzetine şans verme cesaretinde olmak önemli olan.

Kalın sağlıcakla! Nice Yollara!




Yamaha XT 1200Z Super Tenere ile ilgili detaylar için Yamaha’nın resmi sitesi şurada:

18 Eylül 2011 Pazar

Yaşasın Motosiklet Kardeşliği!



















    Motorcular arasında, motosiklet sitelerinde sık sık motosiklet kardeşliğinden bahsedilir. Daha ziyade yolda hiç tanımadığınız motorcuların başınız sıkıştığında yardımınıza koşması olarak öne çıkan bir şey gibi dursa da, farklı işlere de yaradığı kesin. Nasıl mı? Anlatayım.

    Dün işyerimde yoğun şekilde çalışırken telefonum çaldı. Bir ses ismimle hitap ederek, halimi hatrımı sordu. Önce tanıyamadım, ama tanıdık bir sesti bu. Kendini tanıttı, yıllardır görmediğim, bir dönem beraber çalıştığımız eski bir iş arkadaşıydı arayan. Birbirimizin telefon numarasını kaybedeli epeyce zaman olmuştu. "Sen nereden buldun beni, (feysbukum filan da yok benim diyorum içimden)" dedim şaşkınca. Anlattı.

2009'dan beridir o da motosiklet kullanıyormuş. Önce bu bloga rastlamış webde, sonra blogdaki bir kaç fotoda bendenizin gül cemalini görünce anlamış okuduğu blogun eski bir arkadaşına ait olduğunu. Tabii numara filan olmayınca ulaşamamış bana. Ama başka bir motorcu arkadaşla, yine sanal alemde bir motosiklet sitesi aracılığıyla tanışması ve benim de aynı arkadaşla tanışıyor olmam yıllar sonra bana ulaşmasını sağlamış.

    Çok şaşırdım bu işe, diğer arkadaşı da tebrik ettim. Biraz hoş beş ettik, bir Shadow'u varmış. Diğer arkadaşa verdi sonra telefonu. Dedim, "Yahu sen nasıl bir adamsın, nereden nereye vesile oluyorsun, vallahi bravo!".
"Abi biliyorsun camiada az çok tanınıyoruz, her ikinizi de tanıyor olmam, konu meslekten açılınca senin lafının geçmesine sebep oldu, o sayede senin ortak tanıdığımız olduğunu anladık ve bende telefonun olduğu için bi arayalım dedik" dedi. "İyi ki aradınız" dedim. Biraz lafladık, telefon numaralarımızı kaydettik.

    Motosikletsiz olmama rağmen motorculuk insanın peşini bırakmıyormuş demek ki, dedim kendi kendime telefonu kapatınca. Bunu yakınmak için söylemiyorum, bilakis bu harika bir şey ve insanın kendini iyi hissetmesini de sağlıyor. Yoğun işlerin arasında bu telefonla bir an motorcu ruhum depreşti. Yeni gelecek motor için biraz daha vaktim olsa da, motorcu kardeşliği şu an klavye başında bu satırlara aracı olmuş oldu.

    İşte, Motosiklet Kardeşliği denilen şey böyle bir şey, yani sadece motosiklet sırtında ve yoldayken ya da bir motorcu toplantısındayken ortaya çıkan bir şey değil. Her daim sizi takip eden, düşünmediğiniz bir anda moralinizi düzelten de bir şey. Her ikimiz de motosiklet kullanmıyor olsaydık, belki de bu arkadaşımla çok uzun yıllar daha birbirimizi arayıp bulamayacaktık, ama motosiklet sayesinde ortak tanıdğımız bir motorcu arkadaş buna vesile oluyor... Aslında motosiklet işine bulaşmakla ne kadar da iyi bir şey yaptığınızı size hatırlatıyor.

    Motosiklet Kardeşliği, hiç tanımadığınız yolda kalmış bir motorcuya bir ihtiyacı olup olmadığını sormak, gerektiğinde motor çantanızdaki malzemeyi onunla paylaşmak, deponuzdan benzin aktarmak demek. Ve bunu başka bir araçla yaşamanızın ne kadar imkansız olduğunu anlamanız demek. Kimi zaman da, böyle yıllardır görmediğiniz bir arkadaşınızı, sırf motosiklet ortak paydası sebebiyle telefonun öbür ucunda bulmak demek. Günümüzün tüm yabancılaştıran aletlerine karşı insanı sosyalleştiren bir şey demek... İyi bir şey demek yani..

Yaşasın Motosiklet Kardeşliği!


Not: Unutmadan ekleyeyim, kardeşlik de, kardeşlik kavramından anlayacak olgunluğa ermiş insan evlatları içindir tabii. Motosiklet Kardeşliği harika bir şeydir, ama her motosiklete binenin motorcu olamadığı gibi, bazı kendini motorcu sananların da, kardeşlik kavramıyla uzak yakın alakaları yoktur ne yazık ki.

22 Nisan 2011 Cuma

Daha binli km'lerde sorun çıkaran motosikleti at çöpe gitsin usta...*

    Son günlerde motosiklet sitelerinin bazılarında eskide kalmış bazı linkleri gezindim. İnsan motorsuz olunca böyle acayip işlerle iştigal ediyor işte. Bir nevi abesle iştigal aslında. Ama ilginç de oluyormuş meğerse bu gezinmeler. Özellikle dikkatimi çeken, zamanında benim de bazılarına gark olduğum saçma sapan motosiklet muhabbetleri. Bu saçmalıkların en başında da Çin malı motosikletler üzerine yapılanlar geliyor. Ve en komiğime gideni, kaliteli bir motosiklet için ve de bu işten anlayan birine söylenince gülümsemesine sebep olabilecek bir konu: "6000km yaptım hiç bir sorun çıkartmadı, 1000 km yaptım sorun yok." muhabbetleri. Şimdilerde bu tip forum mesajları okuduğumda ne yalan söyleyeyim beni de bir gülme alıyor. Sanırım bu tip mesajları yazanlar ya çok acemi kullanıcılar ya da Çin işi motosikletlerin kalitesizliğinden olsa gerek yapılan o kadarcık km'de bile sorun çıkartmasını bekleyenler. Oysa ben Yamaha YBR125'imle bile 1 yılda 15000km yapmıştım.Ve aynı motosikletle 100 bin km yapıp motoruna anahtar değmemiş insanlar tanıdım. Kaliteli bir motosiklet, şayet düzenli olarak bakımları yapılıyorsa ve hor kullanılmıyorsa en azından 40 - 50 bin kilometre zaten sorun çıkartmaması lazım gelir. 1000 km zaten neredeyse pek çok motorun rodajının tamamlandığı km iken, sorun çıkartmadı diye övünülüyorsa o zaman ya o motosiklete yeterince güvenilmiyordur ya da motosiklet motorları hakkında çok az şey biliniyor demektir. Ama memleketimize giren çok sayıda abidik gubidik marka motosikletler sayesinde insanlar motosikletle tanışınca ve o motosikletlerin de büyük kısmı çok düşük km'lerde önemli sorunlar çıkartınca, forum başlıklarında böyle az kilometrelerde sorun çıkartmaması ile övünmeler filan başladı anladığım kadar. Ne gariptir ki, aynı az km'de sorunsuzlukla övünenlerin önemlice bir kısmı da, kendi bindikleri motosikleti öve öve bitiremeyenlerdir. Genellikle o motosiklete ait başlıklarda fazla yüksekten atıp tutarlar. En iyi Çinli bu, şöyle dayanıklı böyle titreşimiz v.s. v.s. Felaket titreşimi olduğunu bizzat kullanan arkadaşımdan bildiğim motosikletin bile, web ortamında titreşimsiz diye övüldüğünü gördüğüm oldu doğrusu; bu övgü sahipleri ya daha önce titreşimsiz bir motosiklet kullanmamışlar ve titreşimin - daha doğrusu titreşimsizliğin - ne olduğunu bilmiyorlar ya da kasıtlı olarak aldıkları motorun kusurlarını gizleme yolunu seçiyorlar. Yıllar sonra bir gün o başlıklara yeniden göz attığınızda ise bu tiplerin bazılarının avatar resimlerinde ya da imzalarında çoktan daha kaliteli ve üst cc sınıftan bir motor aldıklarını görüp, yeni bir gülümsemeye gark oluyorsunuz. En iyisi bu deyip, önüne her gelenle kavga edenler çoktan o motosikletle yollarını ayırmışlar. Aslında buradan bu topraklarla ilgili başka bir genellemeye daha girilirdi ama girmemek daha iyi, yine konu dışına çıkmayalım.


   Dünyanın pek çok ülkesinde aynı motosikletle uzun yıllar ve yollar devirmek marifet sayılır, bu, motorcu için bir onur gibidir adeta, bir motorla binlerce kilometre yapabilmek. Bizde ise sık sık motosiklet değiştirmek marifet ve maharetten sayılır. Hepimiz yaptık, yapıyoruz bunları, çoğun maymun iştahlılık değilse bunun adı ne ola ki? Oysa geçen gün bir arkadaşımın da dediği gibi bu, hem para kaybı hem de bir anlamda milli servetin gereksizce tüketimi. Ve hatta bir hesap yapıldığında, bir motosiklete ne kadar fazla aksesuar v.s. harcaması yapılıp da, erkenden satılırsa o kadar zarar ettiğiniz ortaya çıkıyor, hele de sıfır olarak almışsanız. Hayatımızın sonuna kadar istediğimiz her motosikleti deneme şansına sahip olamayacağımıza göre ve asıl amacımız motosiklete binip yol yapmak ve deneyim kazanmaksa eğer, aynı motosikleti uzun süre kullanıp maksimum faydayı elde etmek en mantıklı ve ekonomik yol gibi görünüyor.


   Kişisel olarak ben de bundan sonra hangi motosikleti alırsam alayım, onunla öncekilerin en az iki, hatta üç katı kadar zaman geçirmeden elden çıkartmayacağım. Böylece daha fazla sürüşümü geliştirmeye ve daha fazla gezmeye odaklı bir ikitekerli hayat yaşamayı planlıyorum. Haa, tabii bunun için önceliklerimi dikkate alarak en uzun süre ve en ekonomik beraberliği yaşayacağım aleti belirleyeceğim şüphesiz. Şu an için bana yine cbf150 ya da ybr125 tarzı bir commuter yolu görünüyor gibi (zira maksimum fayda benim için şimdilik bu küçük cc lerde) zamanla neler olduğunu göreceğiz bakalım.


Herkese sevdiği motosikletle, uzun uzun yıllar ve de yollar diliyorum.





*Başlığı özellikle öyle attım, henüz 1000km'deki motor sorun çıkartıyorsa zaten atın çöpe gitsin.


EDİT: Yine kendi yazıma yıllar sonra bir açıklama getireyim: Yazıdaki sorunsuzluktan kasıt motosikletin yürür aksamı, yani motor bloğu, debriyajı, freni gibi parçalarıdır. Yoksa ilk 500km içinde bile gösterge lambasının kesilmesi ya da far patlaması gibi şeyler bana göre çok küçük şeylerdir ve her motorda olma ihtimali vardır, Özellikle küçük cc'lerde maliyetin ucuzlatılması nedeniyle, ucuz malzeme kullanıldığından, bu tarz küçük şeyler olabiliyor, cbf150'de gösterge lambaları kısa süre içinde kesilmişti ve garanti kapsamında servis hemen halletti ya da ybr125'de ön ve arka far ilk 8 ay içinde patladı ve kendim değiştirdim hatta fren balatasını da aşırı ses yaptığı için daha kalitelisiyle değiştirmiştim. Şu anda kullandığım Bajaj Pulsar Ns150'de de soğuk havalarda likit kristal ekranlı gösterge hata verip yeniden kendine gelebiliyor, bunlar yürürüne ya da motora ait şeyler olmadığı için yukarıda bahsettiğim erken sorun çıkartma bunlar değildir. Küçük cc motorlarda bence esas olan kısa sürede motorunda ya da yürüründe sorunlar çıkmamasıdır. Yoksa küçük tefek şeyler bilhassa biraz devirli kullanınca, biraz hor davraınca ya da belki de fabrikasyon ucuz malzeme yüzünden olabiliyor bunları kastetmediğimi belirtmek isterim.

11 Ocak 2011 Salı

Bir Kült: Easy Rider

Yeni yılın ilk  paylaşımını eski bir yazıya ayırdım. Eh daha önce blog'da yayınlanmadığına göre yeni sayılır. Buyrun:


Bir Kült: Easy Rider


























   Bu kez hem motosiklet hem de sinema seven arkadaşlara, benim ve eminim benim gibi bir çok insanın motosikleti daha çok sevmesini, bir yaşam biçimi olduğunu kabullenmesini sağlayan bir filmden, Easy Rider'dan bahsedeceğim. Filmi kaç kez izledim hatırlamıyorum bile.

   Film aslında bu tarzdan hoşlanmayanlar için biraz sıkıcı gelebilir ama içerisinde felsefesi olan bir filmdir bahis konusu olan. Zira kült olmuş bir filmdir ve açıkçası biraz da ağır ilerler. Ama içinde taşıdığı ağırlık filmin kendi ağırlığını unutturur izleyiciye.


   Filmin senaryosu Terry Southern ve başrol oyuncuları Dennis Hopper ve Peter Fonda tarafından kaleme alınmış. Dennis Hopper ve Peter Fonda aynı zamanda filmin yapımı ve yönetmenliğini de üstlenmişler(Hopper Yönetmen, Fonda Yapımcı). 68 rüzgarının peşinden 1969'da çekilmiş Easy Rider. Filmin sürprizi ise filmdeki felsefik diyaloglarıyla Jack Nicholson şüphesiz.

   Dennis Hopper filmin 2 motosiklet parasına mal edildiğini ve bu kadar ilgi göreceğini tahmin etmediklerini söylemiştir. Bu anlamda da tam bir bağımsız sinema örneğidir aslında.

İki chopper, Fonda ve Hopper


Konusu:

   Filmde iki motosikletli arkadaşın sattıkları uyuşturucunun parasını cebe atıp Mardi Grass Festivaline katılmak üzere kendilerini yola vuruşları ve bu yolculuk esnasında başlarına gelenler anlatılıyor. Ama filmi sadece bu şekilde özetlemek hata olur sanırım. Çünkü filmde asıl anlatılmak istenenler özgürlük ve muhafazakarlık çatışması, 68 sonrası Amerikasında aslında özgürlük bağlamında bir kuşağın, toplumun genelinden farklılaşması ve özellikle de içine kapalı bir yaşam süren küçük kasabalarda bu hippy gençlerin nasıl önyargıyla karşılandığı irdeleniyor. Söylediği ve söylemek istedikleriyle aslında film bir anti-Amerikan başyapıtı da denebilir.



Tam Bir Bağımsız Sinema Örneği:

   Film sadece Amerika değil tüm dünyada bağımsız sinemanın en önemli örneklerinden biri olarak kabul edilmektedir. Filmde geleneksel sinemaya olan bağlılığı engelleyecek pek çok unsur bulunmaktadır. Hemen fark edilenlerden biri sahne değişirken sıçrayarak diğer sahneye geçişlerdir. Karekterler hiçbir otoriteyi tanımazlar, bir yere, kişiye, topluma bağlı değillerdir. Bu anlamda Hoollywood'a da yeni bir bakış açısı göstermiştir film.

   Easy Rider teriminin Türkçesi "Geniş İnsan"dır. Yani hayatı hafife alan, para kazanmayan ama harcayan insanları tasvir eder. Filmde de bu tip canlandırılmıştır. Peter Fonda şu sözüyle aslında o yıllarda yaşananları özetliyor: "Özgürlük bir fahişe oldu ve hepimiz de kolay yolu seçtik."

   Filmin senaryosunun kitaplaşmış hali ülkemizde de yayınlanmıştır. Roll Yayın tarafından "Easy Rider - Bir Özgürlük Şarkısı" adıyla ilgilenen arkadaşlar araştırıp bulabilir.


Filmi Efsane Yapan Harleyler:

   Filmin biz motosiklet tutkunlarını ilgilendiren bir başka yönü ise filmin iki kahramanının neredeyse tüm film boyunca üstünden inmedikleri Harley Davidson Chopperlarıdır şüphesiz. Özellikle Peter Fonda'nın (Filmde Yüzbaşı Amerika) bindiği Harley bu filmden sonra adeta bir sembol olmuştur. Sanırım pek çok chopper ve cruiser sever de bu filmden sonra kapılmıştır bu modelin sevdasına.



Filmden önemli replikler:

George (Jack Nicholson): "Sakın birine özgür olmadığını söyleme, seni öldürerek ya da sakat bırakarak bunun tersini ispat etmeye çalışacaktır"

Bılly (Dennis Hopper): "Yani 2.sınıf bir motele bile alınmıyoruz anlıyor musun, korkuyorlar bizden, ödleri patlıyor"

George (Jack Nicholson): "Senden korkmuyorlar, senin temsil ettiğin şeyden korkuyorlar"

Billy: "Ne temsili be moruk, onların gözünde saçtan başka bişeyi temsil etmiyoruz"

George: "Yoo, hayır... Onların gözünde sen, özgürlüğü temsil ediyorsun"

Billy: "Özgürlüğün ne mahzuru var birader, bütün mevzu bu."



Film Hakkında Oyuncularıyla Yapılmış Röportajlardan İnciler:

Peter Fonda: "İnsanlara bir şey söylenemeyeceğine inanıyorum. Onlara bir şeyleri göstermek lazım. Eğer şu an seninle konuştuğum gibi filmde de ayağa kalkarak desem ki 'baylar, bayanlar bu filmde benim işim korkuyla; size girip çıkan da korkudan başka şey değil. Korku sizi oturduğunuz yerde düzüyor.' parmaklarıyla kulaklarını tıkar ve düğmeyi kapatırlar. Arkalarına dönüp giderler ve 'Ne dediğini duymadım, kim oluyor ki o, bunları bana söyleyecek' derler.

Dennis Hopper: "...Onları izlerken 'iyi çocuklar' diye düşünüyoruz, ama aslında otuzlu yaşların başındalar, yerleşik olan düzenin 'çalışsınlar da işe yarasınlar' dediği bir yaş grubu bu. Bunun yerine ordan oraya dolaşarak esrar satıyorlar. Çünkü bu, Wall Street'te vaktinin yüzde seksenini hükümeti dolandırmakla geçiren kodaman işadamının yaptığından daha kötü gelmiyor onlara."

"Özgürlük yürüyüşüne katılmıştım, biz geçerken üstümüze işeyen ve 'Beyaz Pislik' diye bağıran bir adam vardı. 'Vay be' diye düşündüm, 'Bu adam göremiyor mu, anlayamıyor mu? Biz aslında aynı sürünün parçasıyız'. Bana bağırmaya devam etti 'Hippi bozuntusu, komünist, uzun saçlı'. Vay be! Demek istediğim şu, onun saçının kısa olması benim umrumda değil ki!"


Herkese motosikletli ve sinemalı günler...

(Yararlanılan Kaynaklar: Easy Rider Senaryo / RollYayın, wikipedia, film arşivim ve hafızamda kalanlar)

Çağrı "Cloud" Ö
28.01.2008


GÜNCEL:
Yazıyı 2008'in Ocak ayında yazmışım, tam üç yıl olmuş.  O zaman eklemediğim ama şimdi aklıma gelen bir kaç not eklemek isterim.

Filmden sonra Hopper ve Fonda, Hoollywood tarafından adeta bir dışlama ve karalamaya tabii tutulmuş ve büyük yapımlarda rol bulamamışlardır. Dennis Hopper zaman zaman ve genelde kötü adam olarak karşımıza çıkmış beyazperde'de, Fonda ise çok daha nadiren piyasada görülmüştür, ki kendisi büyük aktör Henry Fonda'nın oğludur. Buna rağmen böyle bir bağımsız film onu istenmeyen adam durumuna sokmuştur. Gerçi Peter Fonda'nın da bu durumu iplediğini hiç sanmıyorum. Fonda'nın son filmlerinden biri yine bir motosiklet hikayesi olan Ghost Rider olmuştur. Orada Nicholas Cage'e teklifte bulunan Şeytan rolünü oynamıştır.
Bunları da aklımda kalmasın diye paylaşayım istedim....

İyi seyirler ve iyi sürüşler!



             Dilerseniz yukarıdaki fragmana tıklayıp yazıyı steppenwolf'un harika şarkısı eşliğinde okuyabilirsiniz. 





Bu yazıdaki fotoğraf ve videolar internet ortamından alınmıştır... 

NEDEN SÜRÜŞ EĞİTİMİ ALMALIYIZ ?!

NEDEN SÜRÜŞ EĞİTİMİ ALMALIYIZ ?!
Fotoya tıkla yazıyı oku!

125cc ile Dünya Turu (Around the world by 125cc)

125cc ile Dünya Turu (Around the world by 125cc)
Fotoya tıkla yazıyı oku!

Kaza Şiiri... :)

Kaza Şiiri... :)
Fotoya tıkla yazıyı oku!